SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü’nün Star Gazetesi’ndeki değerlendirmeleri şu şekilde;
Rusya yapımı hava füzesi savunma sistemi S-400’lerin Türkiye’ye ilk teslimatının başlamasının ardından, ABD, Türkiye’ye karşı oynadığı oyunu kaybetmiş görünüyor. Bunun birçok sebebi bulunuyor.
İlk olarak, Türkiye ABD’nin karşı çıkmasına rağmen Rusya’dan stratejik bir silah platformu alan ilk NATO ülkesi oldu. ABD Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Kongre de dahil olmak üzere birçok kurum, iki yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin S-400 alımını çeşitli yollarla engellemeye çalışıyordu. NATO’nun Rusya tehdidini yeniden tanımladığı bir dönemde Türkiye bir NATO üyesi olarak ulusal güvenlik çıkarlarını karşılamak amacıyla Rusya ile stratejik bir anlaşma yaptı. Rusya ise, stratejik bir savunma sistemi ile NATO’nun savunma pazarına girerek önemli bir hamleye imza attı.
Öte yandan, 1952’den beri NATO’nun parçası olmasına rağmen Ankara, NATO’nun güvenlik ve savunma gereksinimlerine uymadığı bilinen Rus S-400 sistemleri üzerinde ısrarcı olarak Moskova ile güvenlik ve savunma bağlarını güçlendirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin Rusya ile beraber çalışıp savunma işbirliğini güçlendireceğinin defalarca altını çizdi ve Türkiye’nin S-500 hava füzesi savunma füzelerini de alacağını belirtti. Anlaşılan o ki, Türkiye S-400 sistemleri ile yetinmeyecek ve Moskova ile savunma iş birliğini artırmayı tercih edecek. Nitekim Pentagon’un Türkiye’nin F-35 programından çıkarılacağını duyurmasının hemen ardından Rus Başbakan Yardımcısı Türkiye’ye SU-35 savaş uçağını satabileceğini duyurdu.
‘POLİTİK ANLAŞMAZLIĞI DAHA DA DERİNLEŞTİREBİLİR’
Üçüncü nokta ise daha riskli görünüyor. S-400 sistemlerinin temin edilişinin Türkiye için yaptırım riskini tetiklediği ortaya çıkmış durumdadır. Ancak zamanlama konusunda hali hazırda bir belirsizlik söz konusudur. Öte yandan, teslim alınan S-400 sistemlerinin etkili bir şekilde kullanılması ve aktif hale getirilmesi için, Ankara’nın Rusya ile savunma alışverişine devam etmesi gerekmektedir. Bu durumun, Türkiye için CAATSA yaptırımlarının hızlanmasına sebep olması da olasıdır. Başkan Trump’ın seçenekleri, her ne kadar Türkiye’yi sert yaptırımlara tabi tutmamak istese de CAATSA’nın hukuki çerçevesi bağlamında kısıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Kongre ise her iki partiden gelen yoğun bir destekle, sonunda Amerika’ya karşı Türkiye’nin de karşı hamlelerini içerecek bir tırmanma sürecinin başlamasına vesile olabilir. Amerikan kurumlarının Türkiye’ye karşı olan tutumları dikkate alındığında, Başkan Trump da kendi pozisyonunu yakında değiştirmek zorunda bırakılacak ve bu durum Türkiye tarafından verilecek olası yanıtlara yol açarak Türkiye-ABD ilişkilerindeki politik anlaşmazlığı daha da derinleştirebilecektir.
‘JEOPOLİTİK KOPUŞUN SEBEBİNİN S-400 KARARI OLMADIĞINI HERKES BİLİYOR’
ABD’nin ilk tepkisinden dolayı, Ankara, şu anda yalnızca F-35 sistemlerinin Türkiye’ye teslimatının iptali ile değil, içinde 10 tanesinin F-35 yapım aşamasına aktif bir şekilde destek verdiği Türk savunma şirketlerinin de çıkarılmasına sebep olacak ciddi bir tehlike ile karşı karşıyadır. Ankara, Türkiye’nin jeopolitik vizyonunun değişmediğinin altını çizse de ABD-Türkiye ilişkilerindeki jeopolitik kopuşun sebebinin yalnızca Ankara’nın mevcut S-400 kararı olmadığını herkes biliyor. Jeopolitik kopuş daha derinlerde. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ankara’nın S-400 hamlesini Türkiye’nin tarihte imzaladığı en önemli savunma anlaşmalarından biri olarak tanımladı. Bu yüzden, Türkiye’nin S-400 sistemleri ile ilgili stratejik tercihinin mahiyeti ve muhtemel sonuçlarının yüzeyde göründüğünden daha derin olduğunu söylemek mümkün.
‘ABD YANLIŞ HESAP YAPTI’
Peki ABD yönetimi nerede hata yaptı da Türkiye’ye yönelik S-400 oyununu kaybetti?
Bunun birçok sebebi var. Ancak ABD’nin bu oyunu kaybetmesinin nedeni Türkiye’nin ABD’den talep ettiği PATRIOT satın alma sürecini kötü yönetmesi değildir. Asıl sebep, ABD yönetiminin Türkiye’nin güvenlik ve dış politikasında yaşadığı dönüşümü yanlış hesaplaması veya okumasıdır.
ABD yönetiminin ilk ve en önemli yanlış hesaplaması, Türkiye’nin dış politika dönüşümünü yanlış değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. 2011’de Arap Baharı’nın patlak vermesi ve Suriye iç savaşının bölgeselleşmesinden beri, Türkiye dış politika anlayışını değiştirmiş ve yakın çevresinde, özellikle de Suriye’de güvenlik odaklı bir dış politikayı benimsemiştir. Suriye savaşının başlangıcında hem Türkiye hem de ABD Suriye’nin geleceği ile ilgili aynı stratejik hedefi paylaşıyordu ve Esed rejimini devirerek bölgeyi yeniden şekillendirmeyi amaçlıyordu.
‘TÜRKİYE SAVAŞMAK ZORUNDAYDI…’
Suriye çatışması bölgeselleşirken, İran ve Rusya gibi diğer jeopolitik oyuncular bu çatışmaya karışmaya başladı. Bu dönemde Türkiye iç savaşın yayılan etkilerinden kaçınmaya çalışırken, ABD, Obama yönetimi altında Türkiye’nin de Suriye’deki genel pozisyonunu etkileyecek olan bir politika değişimi yaşadı. Daha da önemlisi, DEAŞ’ın yükselmesini takiben ABD’nin sözde DEAŞ’ı geriletme ve yok etme stratejisi Türkiye’nin milli güvenliği ve bölgesel politikaları için birçok taktiksel, operasyonel ve uzun dönemli stratejik meydan okumalara sebep oldu. ABD Suriye’de YPG’ye silahlı destekte bulunurken Türkiye PKK’nın şehir ayaklanmasına karşı savaşmak zorundaydı ve sonunda ABD’nin bu pozisyonu Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki milli güvenlik çıkarlarını zayıflattı.
‘ANKARA’NIN BAKIŞ AÇISINDA KÖKLÜ DEĞİŞİM’
15 Temmuz darbe girişimini takiben ise Ankara’nın ABD’ye yönelik bakış açısında köklü bir değişim yaşandı. Bu dönemde ABD yalnızca PKK’nın Suriye kolu olan YPG’ye destek vermemiş, aynı zamanda darbenin liderlerini kınamayarak ve Fetullah Gülen’in Türkiye’ye teslimi için hiçbir hukuksal yardımda bulunmayarak tavrını belli etmişti. Fakat Rusya, Türkiye’nin SU-24 savaş jetini düşürmesi krizinin şoku henüz atlatılmamışken Türkiye’ye S-400 sistemlerini teklif ediyordu. ABD küçük ölçekli taktiksel bir tehditle ilgilenirken, Rusya’nın bölgeye daha fazla nasıl penetre ettiğini göremedi.
ABD yönetiminin ikinci yanlış hesabı ise Türkiye’nin 2017’deki S-400 kararı ile 2015’teki Çin menşeili FD 2000 (HQ) hava savunma sistemleri konusundaki tavrını yanlış bir şekilde karşılaştırmasıydı. ABD, Türkiye’nin aynı Çin örneğinde olduğu gibi birlikte çalışılabilirlik problemi ve NATO’nun tepkisi yüzünden (daha çok ABD’nin) S-400 anlaşmasını iptal edeceğini düşünüyordu. Fakat Türkiye NATO’nun ve ABD’nin tepkilerini dikkate alarak söz konusu anlaşmayı iptal etmemişti. Türkiye, FD 2000 uzun menzilli füze sistemi sözleşmesini kendi ulusal hava savunma füze sistemini yürürlüğe koymak için iptal etti. Ayrıca, hükümet Çin sisteminin gerçek bir savaş/operasyon tecrübesi olmadığı, diğer sistemlere nazaran daha zayıf olduğu için ve teknoloji transferi açısından da eksikleri olduğuna kanaat getirdiği için ihaleyi iptal etti. ABD yönetimi, Türkiye’nin S-400 almaya karar verdiğindeki konjonktürün 2015’dekinden farklı olduğunu göremedi.
FİKİR AYRILIKLARI VAR MI?
ABD yönetiminin üçüncü yanlış hesaplaması, Türkiye’deki S-400’lerin Rusya’dan alımı konusunda fikir ayrılıkları olduğu konusundaki inançtı. Fakat bu doğru değildi. Türkiye’deki güvenlik elitlerinin ve dış politikadaki karar alıcıların, Ankara ve Moskova arasında jeopolitik bir ayrışma durumu ihtimali konusunda endişeleri olsa da, bu endişeler ABD’nin Türkiye’nin milli güvenliğine zarar veren anlayışsız politikaları ile karşılaştırıldığında göreceli daha az bir stratejik meydan okuma oluşturuyordu. Aslında, ABD 2003’ten beri yavaş yavaş Türkiye için stratejik bir partner olarak güvenilirliğini kaybetti. Halbuki S-400 konusu, inkar edilemeyecek bir şekilde devlet yapısı içinde farklı kurumların aynı düşüncede olduğu bir devlet politikasıydı. S-400 konusundaki ortaklıklara ek olarak, devlet idaresinin tehdit algısı da ABD’nin Suriye politikası dikkate alındığında ABD ekseninde şekilleniyordu.
Dolayısıyla, ABD yönetimi S-400’ün bir devlet politikası haline geldiğini ve Türkiye’deki güvenlik konusundaki seçkinlerin tehdit algılarının ABD’nin Türkiye’nin güvenlik kültüründe yeni oluşan yeri tarafından belirlendiğini anlayamadı. Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlamak yerine ABD, özellikle de ABD Kongresi, Türkiye’yi bir müttefik yerine bir ”meydan okuyucu” olarak resmederek Türkiye’nin güvenlik risklerini arttırdı.
Sonuç olarak ABD-Türkiye jeopolitik kopuşu bir yol ayrımında. ABD’nin Türkiye’yi Kongre üzerinden yasa tasarıları ile cezalandırmaya çalışması akıllıca bir strateji değildir ve asla olmayacaktır. Bu aslında, Türkiye’yi Rusya’nın yanına itecek stratejik bir hata bile olabilir. ABD halihazırda Türkiye ile oynadığı ”oyunu” kaybetti. Bu nedenle, ABD kurumlarının Türkiye politikalarını gözden geçirmelerinin ve Türkiye’nin değişen dış politika ve güvenlik değerlendirmelerini anlamalarının zamanı gelmiştir.